Sorun, soru!

 Her şeyi bilmek yetmiyor. Bir sorunu aştığını düşünüyorsun ancak gün geliyor o sorun daha güçlü bir şekilde tekrar filizleniyor. Çünkü aştığımızı sandığımız şeylerin sadece üstünü örtüyoruz. Onu toprağa gömüyoruz. Toprağın altında kalınca aştığımızı sanıp kendimizi kandırıyoruz. Sonra bir gün geliyor, uygun şartlar oluşunca -bir şarkı, bir resim, bir kelime- o sorunlar tekrar diriliyor.

İşte böyle. Bu bir yorgunluk ifadesi. Okucuyla dertleşme yazısı. Savaşçının artık yorulup dizlerinin üstüne çöktüğü, boynunu eğdiği ve secde ettiği bir an, bu an. Yenilgiyi kabullenip beyaz bayrak diktiği bir an, bu an. Umut !? Umut hep var. Çok şükür…

Peki ne yapmalı? Nasıl bu sorunları aşmalı? Sorunlar ne zaman bitmeli? Veee daha onlarca soru…

Soruların cevabı yok. Çünkü en büyük sorun, ‘soru’nun kendisi; soru sormak, sebep aramak, bir anlamı köstek olan aklı kullanmak. Sorun, soru sormak! Kabullenmemek ve baş eğmemek. Çoğu anlamaz bu dediğimi. ‘Aklımızı bir kenara mı bırakalım?’ diye bana çıkışır. Böyle düşünenler bırakmasın. Sen sorunların ile uğraş kardeşim. Gayret et. Aklını kullan. Doğru yoldasın. Ancak biraz olsun ne dediğimi anlıyorsan, artık aklına güvenmeyi bırak derim.

Kime mi? Kendime.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Başarı ve mutluluk arasındaki denge

Mucizeler senin hazır olduğun yerde başlar.