Kayıtlar

Başarı takıntısı mı mutluluk yolculuğu mu?

Modern çağın en büyük paradokslarından biri, “her şeyin mümkün olduğu” bir dünyada neden bu kadar çok insanın kendini yetersiz ve mutsuz hissettiğidir. Gelişen teknoloji, küreselleşme, sosyal medya… Tüm bunlar, hayatta “başarılı” olma baskısını daha görünür ve yaygın hale getirdi. Peki, başarı dediğimiz şey gerçekten peşinden bu kadar tutkuyla koşmaya değer mi? Yoksa biz, mutluluğu başarıyla karıştırıyor olabilir miyiz? Başarı: Ama Kimin Tanımına Göre? Çocukluğumuzdan itibaren başarı bize dışsal göstergelerle öğretildi: yüksek notlar, ödüller, takdirler, iyi bir meslek, büyük bir maaş. Bu tanımlar zamanla içselleşti, sanki “gerçek başarı” sadece bu şekillerde mümkünmüş gibi inandık. Ancak şu soruyu sormak gerek: Başarı, herkes için aynı anlama mı gelir? Elbette hayır. Kimi için bir şirkette üst düzey yönetici olmak başarıyken, kimi için doğayla iç içe bir yaşam, kendi ürününü üretmek ve paylaşmak çok daha anlamlıdır. Kimi için ise evde çocuklarını büyütmek, onlara değerli bir hayat ...

Türkiye'de çalışan kadınlar neden mutsuz?

  Kadınlar eski çağlardan beri emekleriyle varlıklarını ortaya sermişlerdir ve ücretli iş-çi olarak çalışma hayatına girmişlerdir. Özellikle eğitim sektörü bunların başında geliyor. Ancak iş hayatı bir yandan kadının verimliliğini arttırırken diğer yandan da birtakım ayrımcılık sorunlarını ortaya çıkarıyor. Dünya nüfusunun yaklaşık yarısından çoğunu oluşturan kadınların toplumsal ve ekonomik yaşama katılım oranları daha düşük denir her zaman. Önceden Türkiye’de de ataerkillik daha ön plandaydı. Ama artık Türkiye'de durum gelişen teknoloji ile de daha farklı. Eskiden erkek egemen bir devlet iken artık kadınlarda üretebiliyor ve çoğu şeyde kadınların emeği büyük. Türkiye'de son zamanlarda özellikle İstanbul'da insanların yüzlerinden mutsuzluk akıyor. Halk araçlarında, iş yerlerinde, tatil beldelerinde, kısaca her yerde. Özellikle de çoğunlukla çalışan kadınlar mutsuz. Bunun birçok nedeni var en başta çalışma koşulları geliyor. Çalışmak, kendi ayakları üzerinde durmak kadınlar...

Çocukluk Travmalarından Kurtulun: Kendinizi Yeniden İnşa Etmenin Gücü

 Hepimizin hayatında çocukluk döneminden kalan bazı anılar vardır. Kimisi sıcacık bir tebessüm getirirken, kimisi içimizde derin bir boşluk, kırgınlık veya korku bırakır. Bu acı veren anılar, yani çocukluk travmaları, farkında olmadan yetişkin hayatımızın temelini oluşturabilir. Peki, bu travmalardan gerçekten kurtulmak mümkün mü? İyi haber şu: Evet, mümkün. Ve bu yazıda, çocukluk travmalarını anlamak ve onlardan özgürleşmek için atılabilecek bazı adımlara değineceğiz. Travma Nedir, Neden Bu Kadar Etkilidir? Travma, kişinin başa çıkamayacağı düzeyde stres yaşamasına neden olan olaylar sonucunda ortaya çıkan duygusal yaralardır. Özellikle çocukluk döneminde yaşanan travmalar, zihinsel ve duygusal gelişimin tam ortasında meydana geldiği için çok daha derin izler bırakabilir. Aile içi şiddet, ihmal, ayrılık, istismar, aşırı eleştiri veya sürekli kaygı ortamı gibi faktörler çocukta "dünya güvenli bir yer değil" inancının oluşmasına neden olabilir. Belirtiler: Çocukluk Travm...

AĞABEYİME

 Sen benden sadece birkaç adım öndeydin, Ama o birkaç adım, Bana yol oldu, yön oldu, Bazen de sığınak… Yan yana büyüdük aslında, Aynı odada uyuyup aynı hayalleri kurduk. Sen biraz daha erken öğrendin hayatı, Ben de seni izleyerek öğrendim her şeyi. Beraber düştük, beraber kalktık, Ama sen hep önce toparlandın. Ve o küçük fark… Beni güçlü olmaya itti sessizce. Sen konuşmadan da anlatanlardansın. Bir bakışınla, "Boşver" demeyi öğrendim. Bir gülüşünle, Dünyanın ciddiyetini unuttum. Kavga ettik bazen, Ama bilirdim, Biri dokunsa bana ilk sen gelirdin. Kimi zaman arkadaş gibiydin, Kimi zaman ağabey, Ama en çok da sırtımı yasladığım duvar oldun. Bugün senin doğum günün. Bir yaş daha aldı dünya senden, Ama ben hep şunu diyeceğim: Senin varlığın, Hayatın en güzel armağanlarından biri bana. Doğum günün kutlu olsun canım abim, İyi ki doğdun, İyi ki senle aynı evi, aynı hayatı, aynı anıları paylaştık. Ve iyi ki hâlâ yan yanayız. Ben her adımımda seni hisse...

Bu Gençlik Nereye Gidiyor

  Her dönemin yetişkinleri, gençlere biraz kaygıyla, biraz da şaşkınlıkla bakar. Bugünün gençleri ise belki tarihte hiç olmadığı kadar çok etiketle anılıyor: Z Kuşağı, Alfa Kuşağı, dijital yerliler, ekran bağımlıları, duyarlı bireyler, umutsuz kuşak... Peki tüm bu etiketlerin ötesinde, gerçekten gençlik nereye gidiyor? Bu soru aslında tek yönlü bir arayıştan çok, çok katmanlı bir toplumsal gözlem gerektiriyor. Çünkü gençlik sadece yaşla tanımlanabilecek bir dönem değil; aynı zamanda bir ruh hâlidir. Cesaret, arayış, isyan, umut, belirsizlik ve değişimle yoğrulan bir süreçtir. Ve bugün bu süreç, küresel değişimlerin tam ortasında yaşanıyor. Bir Ekrana Sığan Hayatlar Bugünün gençleri dijital çağın yerlileri. Akıllı telefonlar, sosyal medya platformları, çevrim içi oyunlar ve yapay zekâ ile iç içe bir yaşam sürüyorlar. Bu dijital dünya onlara bilgiye ulaşmada büyük bir özgürlük sağlıyor. Artık bir bilgiye ulaşmak saniyeler sürüyor. Eğitim, sanat, bilim gibi birçok alanda sınırlar ...

Biraz daha kal

 Kimse "bugün gitmek istiyorum" diyerek başlamaz bir güne. Kimse bu dünyadan ayrılmayı hayal ederek büyümez. Ama bazı kalpler… bazı genç yürekler… O kadar kırılır ki, O kadar yalnız hisseder ki kendini, Bu dünyada yaşamak değil, sadece var olmak gibi gelir. 🕊️ “Gençsin geçer,” derler. Ama geçmez bazen… Çünkü bazı acılar yaşı değil, içi ezer. Bazı yalnızlıklar, kalabalık içinde bile boğar insanı. Sadece anlaşılmak ister genç biri. Sadece, biri "Gerçekten iyi misin?" desin ister. Ama çoğu zaman o soru gelmez. Ya da geldiğinde bile, cevabını duyan olmaz. 💭 İçinden seslenir belki: “Ben buradayım… Görünmez değilim… Sadece kırıldım, sadece yoruldum. Biraz sevgiye, biraz anlayışa, Ve çokça sabra ihtiyacım var.” Ama susar. Çünkü konuştukça yargılanır. Ağladıkça “abartıyorsun” denir. Düştükçe "ayağa kalk" denir, ama nasıl kalkacağı öğretilmez. 📱 Sosyal medyada herkes mükemmel görünürken, Kendi aynasına bakmak cesaret ister. Herkes g...

Ruhun da dinlenmeye ihtiyacı var

  Hayatın koşturmacası içinde, hep bir yerlere yetişmeye, bir şeyleri başarmaya, birilerinin beklentisini karşılamaya çalışıyoruz. Yoruluyoruz… Ama farkında mıyız? Genellikle bedenimizin yorgunluğunu hissederiz, sırtımız ağrır, gözlerimiz kapanır, enerjimiz tükenir. Peki ya ruhumuz? Çoğu zaman göz ardı ettiğimiz bir şey var: Ruhsal yorgunluk. Belki de bedenimiz dinlenmiş gibi görünse de, içimizde anlatamadığımız bir ağırlık taşırız. Sabahları yataktan kalkmak zor gelir, kalabalıklar içinde bile yalnız hissederiz. Hiçbir şeyin tam olarak “yetmediği” o hissi yaşarız. Bu noktada durup kendimize sormalıyız: “Gerçekten nasılım? Ruhum iyi mi?” Ruhun da, en az bedenin kadar şefkate, ilgiye ve dinlenmeye ihtiyacı var. Belki de yapman gereken tek şey, her şeyi bir kenara bırakıp biraz kendinle kalmak. Sessizlikte bir nefes almak. İçine dönmek. Meditasyon yapmak, doğada yürümek ya da sadece günbatımını izlemek… Ruhunun neye ihtiyacı olduğunu en iyi sen bilirsin. Zihnini susturmayı öğren. Sür...