Çirkinin Güzelliği
Hayat bana şunu öğretti ki, herkesin baktığı gibi bakarsanız hakikati göremezsiniz. Basit bir akıl yürütme yaparsak eğer hakikati herkes görseydi, dünya bu kadar gafletin içine batmış durumda olur muydu? Önceki yazılarımda tekrar ettim. Şimdi de tekrar edeceğim. Hakikat azınlıktadır. Kıyıda köşede, boynu bükük bir şekilde bizi bekler. Hor gördüklerimizdedir hakikat. Ne garip değil mi… Hatta bu noktada gelin size kadim bir hikaye anlatayım.
Musa, Allah’ı görmek için çok yalvarır ve yakarır. Allah ise en sonunda kabul eder ve “şu zaman, şurada buluşalım” der. Gün gelir ve Musa oraya gider. Musa’nın yanına sadece çok zayıf ve susamış bir köpek gelir. Ondan başka gelen giden yoktur. Allah gelmemiştir. Musa ise sorar. “Ben geldim, sen yoktun.” Allah ise şöyle karşılık verir. “Senin yanına çok susamış bir köpek olarak geldim ancak sen benimle ilgilenmedin…”
Bu kadim hikaye bize o kadar çok şey anlatıyor ki… Birçok hakikat aslında bu hikayenin içerisinde saklı. Ancak benim oldukça ilgimi çeken bir konu var ki sizin de dikkatinizi çekmek isterim. Her şeyin sahibi olan yüce Tanrı, nasıl bir tevazu ile kendini susamış bir köpek olarak anlatıyor!? Oldukça hayret verici. Bir prens olarak veya muazzam bir varlık olarak gözükebilirdi. İstediği her şekilde… Ancak kendini çelimsiz ve zayıf bir köpek olarak göstermeyi tercih etti. Zengin veya makam sahibi insanlar ile karşılaştıralım. O insanlar bazen karşımıza oldukça kibirli olarak çıkabiliyor ancak evrenin sahibi koskoca Tanrı, kendini bir hayvan olarak göstermeyi tercih edebiliyor. İşte tam olarak anlatmak istediğim de bu noktada başlıyor.
Hakikatin yüzü peçelidir dostlar. Çoğu zaman bize boynu bükük olarak yanaşır. Sadece özel insanlara da değil. Hepimize dokunur. Ancak öyle bir dokunur ki, biz onu ya hor görür ya da yüzüne bile bakmayız. Çünkü bize kendi tabularımızdan yaklaşır. Düşman gördüğünüz fikirler ve insanlardan gözükür. Biz ise dinlemeyi bile tercih etmeyiz. Kalıplaşmış bir zihin içinde hapsolup gideriz. Ona ilk dokunuş, dinlemek ile başlar. İhtiyacı olan bir insanın elini tutarak ona dokunabiliriz. Toplum için faydalı işler başararak onunla karşılaşırız. Onunla karşılaştıktan sonra ise farkında bile olmadan iyileşmeye başlarız. Ruhumuz yavaş yavaş yıkanır. Kaygılarımız azalır. Kendimizi daha ferah hissederiz. Yalnız hakikat bizi filozof yapmaz. Filozoflar sadece hakikatin dedikodusunu yapar. Hakikat kelimelere indirgenemez zaten. O sadece yaşanır. Kendi içindeki kavgasını bitiren ve dinginliğe ulaşan kişi, hakikati tanımıştır. Bir iddiası olmadan huzurla yaşayıp giderler.
O halde hakikat aslında bizim hep çevremizdedir. Onu çok uzaklarda aramamıza gerek yok. Asıl sorun, hakikatin nerede olduğu değil, onu görecek gözümüzün olup olmadığıdır. Bu anlamda hakikati aramaktan öte, bakış açımızı değiştirmeliyiz. Eğer bize yardım isteyen bir el uzanmışsa ve biz onu ters teptiysek, hakikati aramak için yüzlerce felsefe kitabı okumanız oldukça gülünçtür. O kitaplar yalnızca hakikatin dedikodusunu yapar. Halbuki hakikat hayatın içindedir, hatta hayatın ta kendisidir. Karşılaştığımız zorluklar ve onlara verdiğimiz tepkilerdir. Ancak hakikat oldukça nazlıdır. Herkese öyle yüzünü göstermez. İlk bakışta oldukça çirkin gözükür. Ancak şikayet etmek yerine çözüm bulursanız o çirkinlik birden güzelliğe dönüşür. Yazımın başlığını da bunun için “Çirkinin Güzelliği” dedim.
Bu yazının kendisi de aslında hakikatin dedikodusunu yapmaktan ibaret. Hakikati çok da fazla aklımızla kurcalamamak lazım. Demek istediğim şu ki; yaşayalım dostlar, yaşayalım. Bizden yardım isteyen bir el uzandıysa, o eli tutalım. Hor gördüğümüz grupların içine daha çok girelim. Makam sahipleri ile zaman geçirmek yerine daha fazla hastanelerde, devlet korumasındaki çocukların ve mültecilerin yanında, hayvanların sevgisinde, gönüllü çalışmalarda ve gecekondu mahallerinde vakit geçirelim. Sadece o koridorlarda ve sokaklarda gezmek için bile bizi iyileştirir. Sonra çirkin sandığınız bir kişiye yaklaşın. Kağıt toplayan gençlerin ne kadar onurlu ve emek dolu bir yaşamları olduğunu görelim. Suriyeli diye kınadığımız bir babanın, aslında çocukları için nasıl çaresizce çırpındığının farkına varalım. Lösemi hastası bir çocuğun hastane odasında kurduğu ve sizin zaten sahip olduğunuz oldukça sıradan hayalleri dinleyelim. En basitinden sokakta aç bir kediyi besledikten sonra size kendisini sevdirmesindeki huzuru hissedelim.
İşte tüm olay bundan ibaret. Çirkinler aslında en güzellerdir.
Yorumlar
Yorum Gönder